TÜRK DÜŞMANI, ÜMMETÇİ, DEVŞİRME, OSMANLICI ZİNİYETİN DEVİR EDİLEN MİRAS NEYDİ?

TÜRK DÜŞMANI, ÜMMETÇİ, DEVŞİRME, OSMANLICI ZİNİYETİN, ÖVE ÖVE BİTİREMEDİKLERİ OSMANLI’DAN, CUMHURIYETE DEVİR EDİLEN MİRAS NEYDİ
ADALET BAKANI PROF.DR. MAHMUT ESAT BOZKURT NEDEN «TÜRK’ÜN EN KÖTÜSÜ, TÜRK OLMAYANIN EN İYİSİNDEN İYİDİR. GEÇMİŞTE OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN BAHTSIZLIĞI EKSERİYA MUKADDERATINI TÜRKLERDEN BAŞKASININ İDARE ETMİŞ OLMASIDIR.» DEMİŞTİ
İBRETLE OKUYUNUZ OKUTUNUZ..

Sevgili Okurlar,
Dün bir arkadaşımızın sorusu üzerine “İsmet İnönü döneminde ABD yapılan, Adnan Menderes döneminde ABD’ye tam teslimiyete dönüşen ikili antlaşmaların başladığı dönemi anlatmıştık.
Öncelikle yorumlarıyla bize çalışma azmi veren tüm değerli arkadaşlarıma ayrı ayrı yürekten teşekkür ediyorum. Sizleri okudukça değerli arkadaşlarımızın ilgi ve öğrenme istediği karşısında kendimi fazlasıyla sorumlu hissediyorum. Ayrı ayrı yorumlarınızı bir bütün halinde değerlendirdiğimizde sorumluluğumuz artıyor. Bu sebeple konumuza tamamlamak üzere ara vererek daha geriye gidiyor, Osmanlı’dan Cumhuriyete devir alınan mirastan başlayarak
a-Cumhuriyeti hangi şartlarda kurduk
b- 15 yıl gibi çok kısa bir sürede zengin müreffeh Tam Bağımsız bir Ulus Devleti nasıl kurabildik
c- Yeniden nasıl bu hale geldik
Bu günkü paylaşımımızda,Türk düşmanı, ümmetçi, Devşirme, Osmanlıcı zihniyetin öve öve bitiremedikleri Osmanlı’dan Cumhuriyete devir edilen miras neydi onu anlatalım istiyoruz.

“OSMANLIYIM MÜSLÜMANIM.. “
— “BEN ONU SORMADIM HANGİ MİLLETTENSİN?”
— “HAŞA HUZURDAN ÖTE TÜRK’ÜM BEYİM!”

Sevgili Okurlar,
Osmanlı Devletini Kuran Türkler Fatih döneminde yönetimi devşirmelere kaptırmış yüzyıllar boyunca, dönme, devşirme enderuni yöneticilerin katliamlarına maruz kalmış, tıpkı bu gün olduğu gibi elinde avucunda ne varsa çalınarak bütün emekleri boşa çıkarılmış,19.yy‘da Anadolu’da açlıktan kitleler halinde ölümler meydana gelmiş, yarı aç yarı tok yaşamaya çalışan Türkler evlatlarını bilmediği yerlerde şehit vermeye devam etmiştir. Resimde görüldüğü gibi küçücük çocukların düzensiz ve yetersiz beslenmeden kaynaklanan görüntüleri, ergenlik dönemindeki gençlerin ayakkabılarının dahi olmayışı, yabancıların eline geçmiş tarlalardaki veya tünel de çalışan Türklerin görüntüsü aynı zamanda yokluğun,yoksulluğun ve çaresizliğin resmidir.

Birinci Dünya Savaşının sonunda verilen kayıplar milleti derinden sarsmıştır. Aileler bitmez tükenmez savaşlarda tükenmiştir. Türk Milleti açtır, yoksuldur, perişandır. Hâlbuki Rum’u, Ermeni’si, hatta Yahudi’si bile yüzyıllardır Osmanlı’nın en seçkin en imtiyazlı vatandaşları olmuşlardı. Türklerin yarı karın tokluğuna çalışarak adeta zulüm altında kazandıkları paralarla onlar Saray Yavrusu yalılarda, konaklarda müthiş bir zenginlik içerisinde yaşıyorlardı. Bunlara ne oldukları sorulduğu zaman, “Rum’um, Ermeni’yim, Yahudi’yim, hatta Çingene’yim” demekten çekinmiyorlardı. Ancak Türk, Osmanlı Devletini kuran Yüce Türk Milletinin evlatları ise “Türküm”, bile diyemiyor O sadece: “Osmanlıyım, Müslüman’ım!” diyebiliyor çok üzerine gidilirse başı önüne eğik vaziyette “Haşa huzurdan öte Türk’üm beyim” diyebiliyordu.
Türkün, dindaşları olan, Arnavut’a, Araba, Çerkez’e gelince bunlar da Müslümanlığı benimsiyorlardı ancak bunlar kendilerine sorulunca: Göğüslerini gererek: Arnavut’um, Arab’ım, Çerkez’im diye gururla cevap veriyorlardı.

Osmanlı gibi nice büyük Cihan devletleri kurmuş bu milletin neden bu acıları yaşadığının sebebini Mahmut Esat Bozkurt, „Atatürk İhtilali“ adlı, -bu günlerde daha çok okunması gerekli- eserinde şu şekilde anlatmaya devam ediyor:

“Türk’ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir. Geçmişte Osmanlı imparatorluğunun bahtsızlığı ekseriya mukadderatını Türklerden başkasının idare etmiş olmasıdır.”(1)

“Naima gibi devletin resim bir tarihçesi bile, tarihinin birçok yerlerinde Türkten bahsederken (Etraki bi idrak) tabirini kullanır ve bunu kullanmakta beis görmez. Ulusal duygu, bundan başka daha nasıl yok edilebilir. … dejenereliğin bu derecesi nerede görülmüş?
Hiç unutmam, meşrutiyette Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, henüz Türk süngüsüyle bastırılan Arnavut isyanından Osmanlı meclisinde bahsederken şöyle demişti: “Arnavutlar, Osmanlı İmparatorluğu tacının en kıymetli bir pırlantasıdır. Acaba Türkler bu tacın nesi idi? Onu düşünen, akla getiren bile yoktu. Araplar ise Kavmi necip Arap ünvanını taşıyorlardı.

Meşrutiyet ilan olunur olunmaz, İstanbul’un Divan yolunda bir alay kulüpler belirmişti, Kürt Teavün cemiyeti, Çerkes Teavün cemiyeti, Arnavut Başkım kulübü, Arap Birliği ….. vesaire.

Beyoğlu’nda: Etnikieterya, Adelfiya, Taşnaksutyon kulüpleri, rum ve ermenileri temsil ediyorlardı. Yahudilerin bile Alynas İzraelitleri vardı.

Türk kulübü, Türk birliği diye bir şeye tesadüf olunmuyordu. Sadece İttihad ve Terakki Cemiyeti vardı. Fakat ne ittihadı, ne terakkisi bunu bilen bile yoktu. Mevhum Osmanlılığın İttihadı ve Terakkisi!. Türk ocakları bile Türk olmayan unsurların müthiş itirazlarıyla karşılandı.”(2)

“İşlerin başına da Türk’ten başkalarını getirdik, uzak gitmeğe ne hacet? 1908 de meşrutiyet ilan edildiği vakit, iş başında Sadrazam olarak Avlonyalı Arnavut Ferit Paşa bulunuyordu. Sarayın en nafiz adamları, İzzet Halalar, Selim Melhameler idi.
Balkan muharebesinde Osmanlı devletinin hariciye nazırı Nura Dunkyan idi!

Avusturya hariciye nazırı Baron Erentfal bu sıralarda Yunanistan hakkında Osmanlı hükümetine bazı malumat vermek istemiş, fakat Viyana büyük elçimiz Mavrekordate olduğundan işi ona açamamış. “Nasıl açayım? Rum’dur. Yunanistan’a haber verir” demiş.
Halimizi düşününüz bir kere!…
Hiç unutmam, İstiklal savaşları sırasında Londra konferansına Ankara Hükümeti tarafından gönderilen murahhas heyeti arasında İzmir mebusu sıfatıyla bende bulunuyordum. Reisimiz olan Çerkes Bekir Sami’nin işi gücü Kafkasya’da bir Çerkes devleti kurdurmak olmuştu. Hâlbuki biz Türk İstiklal ini kurmağa memur idik. “(3)

TRABLUSGARB’TA, ÇANAKKALE’DE, SAKARYA’DA!

Sevgili okurlar,
Mahmut Esat Bozkurt Atatürk İhtilali adlı eserine bir örnek olması bakımından Adanalı Recep Çavuş ile Mustafa Kemal Paşa arasında geçen konuşmayı anlatmakta yarar görüyorum.
Zaferden sonra Adana’ya giden Mustafa Kemal, beraberindekilerle şehri gezerken, dikkatini çeken güzel binalarla ilgileniyor, sahiplerini soruyordu:
Bu villa kimin?
Kirkor Efendinin, Paşam,
Bu köşk?
Dimitri Efendinin, Paşa Hazretleri,
Ya şu konak?
Salamon Efendinin…
O sırada Mustafa Kemal’in gözüne toprak damlı bir virane ilişmiş, onun da sahibini sormuştu. Yanındakiler cevap verdiler.
Recep Çavuşun, Paşa Hazretleri.
Mustafa Kemal bu duruma üzülmüş biraz da sinirlenmişti. Emir verdi: «Çağırın şu Recep Çavuşu!» Recep Çavuş gelince, selam durmuştu: «Emredin, Paşam». Mustafa Kemal sorar:
Bu villa Kirkor Efendinin, bu köşk Dimitri Efendinin, şu konak Salamon Efendinin, şu virane de senin. Bu Ermeniler, Rumlar, Yahudiler bu binaları edinirlerken sen neredeydin?
Recep Çavuş cevap verir.
Sizinle beraberdim Paşam! Trablusgarb’ta, Çanakkale’de, Sakarya’da…

ANADOLUNUN DURUMU

Sevgili Okurlar,
Son dönemleri sürekli olarak savaşlarla dolu olan Osmanlı Devleti, tarih sahnesinden silindiği dönem olarak kabul edilen 1 Dünya Savaşı sonrasında vuku bulan Milli Mücadele neticesinde kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’ne hiç de iç açıcı bir ekonomik miras bırakmamıştır. Yüzyıllarca Hicaz bölgesine, Şam, Kahire gibi vilayetlere ve Balkanlara yatırım yapan Osmanlı Devleti Anadolu’ya bir yatırım yapmadığı gibi halkın elindekini, avucundakini almış, 19. yy. da Osmanlı Devletinin siyasi ve ekonomik durumu giderek kötüleşmiştir.

İmparatorluk uzun süren savaşlardan ve ardı ardına alınan yenilgilerden dolayı hem nüfus hem Tahıl ambarı sayılabilecek verimli toprakları kaybetmekle kalmamış, 19.yy’da Emperyalist ülkelere verilen tavizlerin, Balta Limanı gibi halkın üretim gücünü yok eden anlaşmaların, Tanzimat ve dış borçlar,Duyun-u umumiye ile gelen bir dizi felaketin faturasını Anadolu’da yaşayan Türklerin üzerine yüklemişler kurulan reji idareleri halkın tohum için ayırdığı buğdayın bile dörtte üçünü ambarlardan yükleyip götürmüştü.

Sevgili Okurlar,
Osmanlı yönetimi, Balkan Savaşından sonra, 14 Mart 1914’te nüfus istatistikleri düzenlettirmiştir. Bu istatistiklere göre, Anadolu’nun toplam nüfusu 11 milyon, Trakya’nın nüfusu ise 630 bin kalmıştır.(4)
Şevket Süreyya Aydemir ise Anadolu’nun 8.5 milyon kaldığını söylemektedir. (5)
I. Dünya Savaşının ilk on yedi ayında, silahaltına alınanların 2.532.000 kişiyi bulduğu Ordu Dairesinin düzenlediği bir belgeden anlaşılmaktadır.(6) Savaş sonuna kadar silahaltına alınanlarla, genel seferberlik toplamının 2.850.000 kişiye ulaştığı sanılmaktadır.
Unutmamak gerekir ki, savaşlardaki kayıplarımızla Türk toplumunun yapısı tamamen değişmiş, toplumun 18-35 yaşları arasındaki erkek gücünde büyük bir gedik açılmıştır. Toplumun üretici ve tüketici elemanları arasındaki denge bozulmuş; tüketici durumundaki çocuk ve ileri yaşlılar ile güçlerinde her alanda yararlanılmayan kadınların toplam nüfusa oranı artmıştır. Üstelik, ülkenin son dönemlerde yetiştirebildiği en aydın kitlesi sayılan yedek subay kadrosu da geniş ölçüde erimiş, yok olmuştur.

Bütün bunların yanı sıra, Kurtuluş Savaşı başındaki insan sayısının 8 milyon olarak kabul etmek ve mümkün değildir. Zira, başta İstanbul ve İzmir olmak üzere Anadolu yer yer işgal altındadır ve işgal altındaki topraklarda bulunan Türk nüfusu Ulusal Kurtuluşun dışında kalmaktadır.

Kapitülasyonlar ve diğer imtiyazlar, ülkenin iktisadi yapısını olumsuz olarak etkileyen faktörlerin önemlileri arasında yer almıştır. ithalatın olumsuz etkileri, gümrük duvarlarının yeterince oluşturulamaması, rekabet gücünden yoksun yerli, üretimin dışa karşı korumasız olması, kapitülasyonların olumsuz sonuçları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Batılı ülkelerin sömürgelerinde edindikleri servetler ve bunların Avrupa’ya yansıması, kıtada sanayi ve ticaret alanında olağanüstü gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu gelişme, kapitülasyonların etkisini daha da arttırmıştır.(7) Osmanlı küçük sanayisi bu dönemde Avrupa’da gelişen modern işletme biçimlerine ayak uyduramadığı için Avrupa rekabeti karşısında çaresiz kalarak çökmüştür.

OSMANLININ SON DÖNEMİNDE TÜRK HALKI EVLATLARINI SAVAŞLARDA KAYBETMİŞ EKONOMİK BAKIMDAN DA TÜKENMİŞTİR, HALK HASTADIR ÇARESİZDİR YORGUNDUR

Sevgili Okurlar,
Ülke dışından getirilecek mallara karşı Ülkenin açık Pazar haline getirilmesi, batının makaslamasına ayak uyduramaması azınlıkların ve yabancıların vergi, vs. konulardaki imtiyazları, çeşitli sahaların azınlıklar ve yabancıların eline geçmesine neden olmuştur.
Hem sermaye kıtlığı, hem de kapitülasyonların yabancılara sağladığı ayrıcalıklarla boy ölçüşemedikleri için, yerli girişimciler ya ortadan çekilmek, ya da yabancılarla işbirliği yapmak zorunda kalmıştır. Bunun sonucunda demiryolları, limanlar, elektrik, havagazı ve su işletmeleri Avrupalılar tarafından kurulup işletilmeye, madenler ve fabrikalar Avrupa şirketlerince çalıştırılmaya başlanmıştır.

Bu konuda örnek olarak, Rumeli ve Ege’de demiryollarının Fransız ve İngiliz, boraks madenlerinin İngiliz, Zonguldak ve Ereğli kömür yataklarının Fransız şirketlerince işletilmesini verebiliriz. İstanbul’un elektrik, su ve tramvay gibi belediye hizmetleri ise Fransız şirketlerince yürütülüyordu.

Türkler asker, çiftçi veya esnaf olarak çalışırken, ticaret, bankacılık sanayi işletmeleri yabancıların elinde bulunmaktadır. Mesela 1909 tarihli bir istatistiğe göre maden üretiminde Türklerin payı %23.3, azınlıkların payı %5.2 iken yabancıların payı %7 1.5 e ulaşmaktaydı(8)

Kapitülasyonların, dış rekabetin böylesine olumsuz etkisi altında olan Osmanlı Devleti içinde bulunduğu olumsuz şartlara rağmen 1856 yılına kadar dış borçlar konusunda pek istekli olmamıştır(9) . Kırım Harbi’nin ağır mali yükünü hafifletmek için ilk önemli borç İngiliz banka ve şirketlerinden alınmıştır.

Çoğu verimsiz işler için alınan bu borçlar ve bunların bir süre sonra ödenememesi beraberinde devlet içinde devlet görüntüsündeki «Duyun-ı Umumiye» ve «tütün reji» sinin gündeme gelmesine neden olmuştur. (10)
Osmanlı Devleti’nin I.Dünya Savaşı’na girmesine kapitülasyonların ve dış borç problemlerinin getirdiği sıkıntılar etkili bir faktör olmuştur. 1914’te Osmanlı borçlarının 716 milyon dolar mertebesinde bulunmakta bunun %60.3’ü Fransızlara ait bulunmaktadır. Geri kalan borçlar ise Almanya’nındır.(11)

Osmanlı yönetimi kapitülasyonlardan kurtulmak istemiş ve çeşitli çabalara girişmiş ise de, olumlu bir sonuç alamamıştır. I. Dünya Savaşının başlamasından iki ay sonra 27 Eylül 1914 günü kapitülasyonların kaldırılmasına karar verildi. Ne yazık ki bu girişime karşı koyan, bir ay sonra yanında savaşa katılacağımız Almanya olmuştur. Savaşın sonunda ekonomik bağımsızlığa kavuşacağını uman Osmanlı Hükümeti, bu kez savaş giderlerini karşılamak için, yanında savaşa girdiği Almanya’ya borçlanmaya ve ona yeni ayrıcalıklar tanımaya başlamıştır.(12)

Savaşın Osmanlı Devleti aleyhine neticelenmesi bütün tasarımların Cumhuriyet hükümetlerince yeniden ele alınmasına vesile teşkil etmiştir. Bunlardan en mühim olanı hiç şüphesiz, yerli ticaret burjuvazisinin» meydana getirilmesi ile ilgili olanıdır. Bu konunun iktisadi yönü yanında siyasi yanı da İttihatçılar tarafından tasvip edilmektedir.

OSMANLININ SON DÖNEMİNDE TÜRK HALKININ DURUMU

Sevgili okurlar,
Bunun nedeni, sermaye sahibi azınlıklar kendi milli kimliklerinin yanında, yabancı bir şirketin temsilcisi durumunda bulunmaktadırlar. Bu şirket çalışanları bile kendi vatandaşları arasından seçtikleri için basit bir sanayi işçisi bile Türkler arasından yetişmiyordu. Batıda rejimlerin temel direği orta sınıfı oluşturan burjuvazinin vazgeçilmez oluşu ittihatçıların klasik Osmanlı toplum yapısında yapmak istedikleri değişiklik açısından gerekli görülüyordu. Milli devlet olma şartlarından birisi idi.(13) Bu anlayış paralelinde Mart 1916 ‘da çıkartılan bir kanunla ticari işlemlerin Fransızca olan dili Türkçe ‘ye çevrilmiştir. Yine aynı yıl milli sanayi girişimlerinin dış rekabetten korunmasını sağlamak maksadıyla Sanayi-i Teşvik kanunu hazırlanmıştır.(14)

Bu dönemde kapitülasyonların kaldırılması, yerli ve milli Ticaret adamları meydana getirme çabaları, tanınmamıştır.
Milli Mücadele dönemi ise bir nevi Osmanlı döneminin devamı niteliğindedir. 1920’li yılların başındaki Türkiye yalnız geri kalmışlığın derin izlerini değil aynı zamanda ardarda gelen savaşların yaralarını da taşımaktaydı. Tam anlamıyla bitkin düşmüş olan «hasta adamın bu şartlar altında her an hayatını kaybetmesi söz konusudur, Ancak Türk Kurtuluş Savaşı bu beklentiyi boşa çıkarmıştır».Yukarıda da görüldüğü gibi yarı sömürge ekonomisi durumunda olan Osmanlı ekonomisi, Lozan Antlaşması’nın getirdiği özgürlük hakları, kapitülasyonuz rejimin ekonomik neticesi, Yeni Türkiye’nin ekonomik yapısının Osmanlı’dan farklı olmasına neden olacaktır(15)

Yeni Türkiye artık hürdür, müstakildir. Ancak haraptır. Fakir, geri, sermayesizdir. Bunların dışında belki de hepsinden önemlisi Dünya içeresinde yalnızdır.
Osmanlı’dan intikal eden talihsiz mirasın etkisiyle sermaye yokluğu, teknolojik yetersizlik görülmektedir. Bunların yanında bağımsızlığını yeni kazanmış olan devlette hızlı bir kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için takip edilecek yollar belirgin değildir •. İşte bu ortamda ve bu şartlar altında yeni Türkiye sahneye çıkıyordu. Yeni Türkiye bağımsızlık savaşının kazanılmasıyla işinin bitmediğinin tam bilincindeydi(16) .

Artık yeni Türkiye’nin yöneticileri siyasi bağımsızlığı temin ve muhafaza yolunda önemli bir adım olarak gördükleri ekonomik bağımsızlık yolunda çalışmalara başlayabilirdi.

OSMANLIDAN TÜRKİYE CUMHURİYETİNE MİRAS İZ ŞEKLİNDEKİ ÇOĞU KULLANILAMAYAN 3-5 METRE GENİŞLİĞİNDEKİ ÇAMUR YOLLARDI

Sevgili Okurlar
Türkler için yol, bir hasretti. 1918 baharında bir gün 9. Tümen, Karadağ-Çardaklı boğazının doğusundan batısına intikal ediyordu. Bu arada Refahiye-Erzincan şosesinin üzerinden ve bir taraftan diğer tarafa geçecekti. Yani arada birkaç adım, adına şose denilen bu harap uzantının üstünde yürüyecekti. Yol görünüp kenarına varılınca, bütün yürüyüş koluna bir karışıklık yayıldı. Hiç kimse, ayağının değdiği bu bozuk düzen yolun üstünden ayrılmıyordu. Hele atlı subayların kıtalarını da bırakarak bu yol çizgisi üzerinde bir aşağı, bir yukarı at koşturduklarını hala rüya gibi hatırlarım, çünkü bunların hepsi, o dağlık Doğu cephesinde, mesela iki yıldan beri böyle yol parçası dahi görmemişlerdi. Bu dar ve harap şoseye ulaşmak herkeste, dünyaya ve medeniyete kavuşmak gibi hisler uyandırmıştı.(17)

Türkler için yol kasaba veya il merkezinden ibaret küçücük dünyalarına açılmayı bile başaramadıkları bir özlemdi. Ülkeye girecek her şey, yani toprak ürünlerinin kıymetlenmesi, ticaret, sanat, mektep, fabrika, yeni bir idare ve yerleşme, eşkıyalığın kalkması ve nihayet savunulması ancak yol olursa başarılabilirdi.
Kısacası, yollarımız yoktu. Şose denilen çizgiler, Orta Çağ kervan yollarından farksızdı. Bunlar da seller, yağmurlarla her yıl bozuluyordu. Köprüler, menfezler dayanıksızdı.(18)

Osmanlı’dan kalan ulaşımda bir karayolu ağır mevcut, ancak bu ağı oluşturan yollar yol niteliği taşımaktan uzaktır. Resmi kayıtlara göre yol sayılan ve bir programa göre gerçekleştirildiği belirtilen yollar; aslında yüzyıllar boyunca göçlerle, kervanlarla, iç ve dış ticaretle ve Osmanlı ordularının akınlarıyla kullanılagelen toprak parçalarının ve geçitlerin uzun yıllar kullanılması sonucu yola dönüşen araba, kağnı ve kervan izleriydi. Bu izlerden yılın her mevsimi yararlanmak mümkün değildi. Kışın karın bastırmasıyla aylarca çevre ile ilişkisi kesilen iller, kasabalar ve özellikle köyler çoğunluktaydı(19)
İl merkezini en yakın demiryolu istasyonuna bağlayan 5 metre genişliğindeki yollar. b) İl merkezleri arasındaki başlıca kasaba ve limanları bağlayan 4 metre genişliğindeki yollar. c) İl içerisindeki kasaba ve köyler arasındaki 3 metre genişliğindeki ilkel yollar. Osmanlı İmparatorluğunun 48.900 kilometreyi bulan karayolu ağının, Misak-ı Milli sınırları içinde kalan kısmı yalnızca 9711 kilometreydi.

Bunun 3477 kilometresi ıslaha muhtaç, 3283 kilometresi sürekli bakım isteyen ve 3026 kilometresi yeniden yapımı gerektiren nitelikteydi.(20) Motorlu kara taşıtlarına gelince, o yıllarda karayollarının en önemli aracı olan ve orduların ulaşım işlerinde kullanılan kamyonlardan söz etmek gereksizdir. Zira 1919 Mayıs Türkiye’sinde motorlu ulaştırma birliği yoktur. I. Dünya Savaşı’ndan arta kalan birkaç kamyon kullanılmaz haldedir. Mevcut 1000 adede yakın otomobilin, 800 adedi İstanbul’dadır. İzmir’dekilerin dışında Anadolu illerindeki otomobil sayısı 100 civarındadır. (21)

Şehirlerarası otobüs işletmeciliği, Amerikalıların Ermenilere yardım amacıyla kurdukları örgütler tarafından yapılmaktaydı. Özellikle Ermeni kadın ve çocukları, açılan yetimhanelere taşımak amacıyla, başta Kayseri-Sivas-Elazığ ve Gaziantep olmak üzere, Doğu Anadolu’nun çeşitli vilayetlerine otobüs seferleri yapılmaktaydı.

OKUL ÖĞRETMEN, MÜHENDİS, MİMAR, ECZACI, DİŞ HEKİMİ, TÜCCAR, BANKACI, TEKNİSYEN YOKTU

Sevgili Okurlar,
Cumhuriyet kurulduğunda, ilçe değil birçok Doğu ilinde, ilkokul dahil hiç okul yoktu. Ülke genelindeki kırk bin köyde, okullu olanların oranı yüzde beş’in altındaydı. Tüm ülkede; ilkokul, ortaokul ve lise olarak toplam 4894 okul vardı. Bu okullarda görev yapan öğretmen sayısı, 1217’si kadın 10 238’i erkek olmak üzere toplam 11 455’di. Öğretmenlerin çoğunluğu, Osmanlıdan gelen yaşlı, sarıklı hocalardı. 1923-1924 ders yılında tüm ülkede 23 lise (idadi), 72 ortaokul vardı, ancak bir yıl sonra öğretmen yokluğundan liseler 19’a, ortaokullar 64’e düşmüştü.

20 öğretmen okulu 1924-1925 ders yılında yalnızca 151 mezun vermişti. 1924’de tüm ülkedeki ziraat mühendisi sayısı yalnızca 20’dir. 1920’de yalnızca 260 doktor vardır.49 mühendis, mimar, eczacı, diş hekimi, tüccar, bankacı, teknisyen ve ekonomist yok denecek kadar azdır. Ticaret, bankacılık ve ulaşım, azınlıklar aracılığıyla yabancıların elindedir. Yabancılar, azınlıkları Türkiye’yi terk ettiğinde, “Türkler hu işlerden anlamadığı için” ticaretin, bankacılığın duracağı, “Türk makinist ve teknisyen olmaması” nedeniyle de demiryolu ulaşımının yapılamayacağını düşünüyorlardı. (22)

OSMANLI ANADOLUYU ENKAZ HALİNDE BIRAKMIŞTI

Sevgili Okurlar,
I. Dünya Harbi ertesinde, Osmanlı imparatorluğu, adeta tarihten silindi. İstanbul ve Osmanlı sultanı Batılı ülkelerin denetiminde idi. Türk unsurlara da, Anadolu’nun içlerinde sınırlı iller bırakılmıştı.
16. ve 17. yy.da Osmanlı’da el sanatları, çinicilik, dokumacılık ve gemi yapımında Batıdan geri değildi. Ancak batıda sanayi devriminin dev- reye girmesi, 18 ve 19.yy.da Batıyı öne geçirdi.
Osmanlı’da, tersane, tophane, baruthane, humbarahane, top arabası, fişekhane, kurşunhane ve dökümhane gibi askeri görünümlü işler devlet sermayesi ile kurul- muş ve işletilmişti. İpek, halat, hilat, peştamal ve benzeri dokuma işlerini özel birimler, ahilik veya lonca sistemi içinde yürüttüler.

Loncalar bir bakıma yarı resmi kurumlardı, devlet, loncalar yoluyla fiyat ve kalite denetimini sağlıyordu.
Üyeleri arasında dayanışma sağlayan loncalar, devletle ilişkilerin düzenlenmesini sağlıyordu.Batı sermayesinin devreye girmesinden sonra, onlarla işbirliği içinde bazı yeni sanayi dallan kurulmuştu.Kömür ve tersane işleri, maden çıkanını, halı dokumacılığı daha ağırlıklı olmak üzere hatta harp sanayi, kısmen, batılıların işbirliği veya kontrolünde kurulan sanayi dalları olmuştu.Osmanlı’nın son döneminde, verilen imtiyazlar, ayrıcalıklar ve kontrol mekanizmaları yoluyla Batı için bulunmaz bir pazar durumuna gelmişti.

OSMANLI DA SANAYILEŞME ÇOK AZDI ÜSTELİK % 85’İ YABANCILARA AİTTİ. OSMANLIYA KALAN %15’LİK KISMI İSE GENEL DE TÜRKLERE AIT DEĞILDIR

Sevgili Okurlar,
Osmanlı’da 1913 ve 1915’te bir sanayi sayımı yapıldı. Bu sayım ,Batı Anadolu’daki tüm sanayi işyerlerini ve diğer illerdeki 10’un üzerinde işyeri çalıştıran işletmeleri kapsadı. (23)
Sermaye’de Türklerin yüzde 15’lik bir payı bulunmaktadır. Bu işyerlerinin yüzde 8’i özel kişilerin, yüzde 10,6’si anonim şirketlerin ve yüzde 9.6’sı devletindir.

Bu işletmelerin yaklaşık yüzde 94’ü çevirici güç kullanıyor. Kullanılan ortalama çevirici güç 85 beygirdir. Bu ortalama, oldukça küçük işletmelerin söz konusu olduğunu ortaya koyuyor. İşte bu yok denecek düzeyindeki Osmanlı sanayisi, I. Dünya Harbi badiresini, arkasından Kurtuluş Savaşı’nı yaşadı.

İşyerlerinde sermayenin ve çalışanların sayısının yarıdan çoğu Rumlara aitken bunların Kurtuluş Savaşı ertesinde önemli bir kesiminin ülkeyi terk etmesi, Cumhuriyet öncesindeki ekonominin durumu gözler önüne serer.

İmparatorluğun devlete ait fabrikalarından Cumhuriyete devredileni ancak 4 adettir. Cumhuriyet, Osmanlı’dan, geri kalmış, yanmış ve yıkılmış bir tarım ekonomisi devraldı.Daha önce değinildiği gibi, Osmanlı ekonomisi ve maliyesi tamamen yabana ülkelerin kon- trolünde bulunuyordu.

Kurtuluş Savaşı sırasında, harp sanayi dışındaki sektörler daha da gerilemek zorunda kaldı.Yabancıların denetimindeki ekonomide, halıcılık ve dokumacılık bile yok olmaya yüz tutmuş ve kalanlar da yabancı şirketlerin elindeydi.1923’te milli denilebilecek birkaç fabrika vardı. Bunun dışında sanayiden söz edilmezdi. Dış ticaret genelde ve iç ticaret ise büyük kentlerde önemli ölçüde yabancıların elindeydi.(24)

İç ticaret ve ulaşımı gelişmemiş olan ülkede sahillerde kurulmuş olan büyük kentlerde yiyecek ve içeceğin bile önemli bir kesimi ithal edili- yordu. Dış ticaret açık veriyordu. Duyun-u Umumiye, yeni yönetime 86 milyon altın lira borç bırakmıştı.Var olan demiryollarının büyük çoğunluğu Almanların elindeydi. Deniz ulaşımı yetersizdi.

Bütün ülkenin üretimi bu gün bir ilçemizde yapılan üretimin yarısı kadar bile değildi. bu üretim de Türkler işveren değil adeta bedava çalışan durumundaydı. Nüfusun yüzde 75’i tarımda çalışıyordu. Tarımsal teknoloji ilkel ve kapalı ekonomi nedeniyle tarımsal ürünleri pazarlama imkânları yoktu.

1923 yılında milli gelir içinde sanayinin payı yüzde 13,2, imalat sanayinin payı yüzde 12.3 idi. 1923 yılında, kişi başına milli gelir 75 TL; 45 dolar dolaylarında bulunuyordu. Atatürk Atatürk işte bu koşullarda, daha Cumhuriyet’i kurmadan İzmir’de Türkiye iktisat Kongresi’ni topladı. (25)

İşte Bu koşullarda İzmir’de düzenlenen İktisat Kongresi vasıtasıyla Lozan’da istenilen imtiyazlara karşı çıkıldı ve muhteşem bir drenişle hiç bir imtiyaz vermeden Lozan anlaşmasının imzalanması sağlandı.

Lord Curzon’nun Lozan’da “Siz yoksul bir ülkesiniz yakında gelip borç isteyeceksiniz” diyerek güvendiği yoksulluk böyle bir yoksulluktu. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti bu yoksulluğa ve hızla kalkınma isteğine karşın Batı’dan, Curzon’nun, düşündüğü anlamda hiç bir şey istemedi. 1938’e dek, bağımlılık doğuracak hiçbir ilişkiye girilmedi. Ancak 11 Kasım 1938 tarihinden bu güne özellikle 1945’den sonra, Türkiye’yi yönetenler, ülkeyi adım adım Emperyalizmin uydusu haline getirdiler. Son 25 yılda emsali gürülmemiş ölçüde yanlış anlaşmalar,hırsızlık ve yolsuzluklarla Osmanlı Devletinin son dönemine doğru hızla yol aldık..Üretim bitti, Elde avuçta bir şey kalmadı, düşmanlar geldi sınırlarımıza dayandı.
Anlatmaya devam edeceğiz. Bizi takibe devam ediniz.

Tüm değerli arkadaşlarımıza Sevgi ve Saygılar sunar, mutlu, başarılı, sağlıklı güzel günler dilerim.

29 Ağustos 2020 Saat 03.55

TANER ÜNAL

DİPNOTLAR
1-Mahmut Esat Bozkurt Atatürk ihtilali Birinci bölümün sonu, sf. 228, Ayrıca Prof.Dr. Hikmet Tanyu, Atatürk ve Türk Milliyetçiliği, Orkun Yayınları, Ankara 1961, s. 22-23 de bu konuyu ele alıyor.
2- Atatürk ihtilali Sf. 413,414,415
3- Atatürk htilali Sf. 445-447
4- Sabahattin Selek, “Anadolu İhtilali”, c. I, s. 60-61
5- Şevket Süreyya Aydemir, “Enver Paşa”, c. III, s. 91
6- Türk Tarih Kurumu, Kazım Orbay Arşivi Akt Ersal Yavi, Batırılan Bir Ülke Nasıl Kurtarılır, Günümüz Türkiye’sine Kıssadan Hisseler, 2. Kitap (1919-1950), S. 55
7-Ömer Celal Saraç «Tanzimat ve Sanayimiz», Tanzimat İstanbul-1940, 5.423-440
8-DIL Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50. Yılı Ank.- 1973, s.34.
9- DİE, s.16.
10-İ.Hakkı Yeniay, Osmanlı Borçları Tarihi. Ankara 1936. s 64-67
11-.Doç.Dr.İ.Ceyhan Koç İzmir İktisat Kongresi’nin Türk Ekonomisinin oluşumuna etkileri s.146 http://e-dergi.atauni.edu.tr/…/viewFile/1025001009/102500100
12-Alptekin Müderrisoğlu, “Kurtuluş Savaşı’nın Mali Kaynakları 1990 baskısı Akt Ersal Yavi, S. 57
13-Feroz Ahmet İttihatçılıktan Kemalizm’e çev. Fatmagül Berktay. İstanbul 1985. 5.38-41.
14-İ.Hüsrev Tokin. iktisadive içtimai Türkiye-rakamlarla cilt III.Türkiye’de San.Ank.1946.s.9.
15-Şevket Süreyya Aydemir. Tek Adam, III. Cilt, 9. Baskı, İst.-1985, s.342.
16-Yüksel Ülken. Atatürk ve iktisat, Ank,-1984, 5.81.Akt Yrd.Doç.Dr.İ.Ceyhan Koç s.147
17-Ersal Yavi, S. 58
18-Şevket Süreyya Aydemir “Enver Paşa”, s. 271-278)
19-Tevfik Çavdar, “Milli Mücadele Başlarken Sayılarla Vaziyet ve Manzara-i Umumiye”, s. 82
20- Ersal Yavi, S. 58
21- Tevfik Çavdar, s. 84
22- Metin Aydoğan, Antik Çağ’dan Küreselleşmeye Yönetim Gelenekleri ve Türkler II, s.1055, Umay Yayınları, 2004
23-DlE, Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmenin 50 yılı s. 142
24- Prof. Dr. Hüsnü Erkan Cumhuriyetin Kuruluşlundan Bugüne Türk Ekonomisinde Temel Dönüflümler-Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Türk Ekonomisi
25- Prof. Dr. Hüsnü Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Türk Ekonomisi

Bu xəbəri paylaşın: